Hayal gücü, dünyadan büyük

29 Mayıs 2014 Perşembe

Polisiye roman ve Ahmet Ümit’in roman yazarlığı

                                            Giriş  ( Kemal H. Kum/Hacettepe Üniversitesi)
I.

Ahmet Ümit’in hayatı;

     Gaziantep'te yılında yedi çocuklu bir ailenin en küçük çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası kilim tüccarı, annesi terzi idi. İlköğreniminin ardından Gaziantep Atatürk Lisesine devam etti. 14 yaşından itibaren sol görüşlü bir aktivist oldu. Ülkücülerle aralarında çıkan bir kavgadan dolayı 24 arkadaşıyla birlikte Gaziantep dışına sürgün edildiği için liseyi Diyarbakır’ın, Ergani ilçesinde tamamladı.

     1979’da Marmara Üniversitesinin Kamu Yönetimi bölümünde yüksek öğrenimine başladı. Öğrencilik yıllarında tanışıp evlendiği Vildan Hanım ile evliliğinden Gül adında bir kızı oldu (1981). 1980 darbesinin ardından derneklerde sol görüşlü olarak çalıştı. 1982’de düzenlenen “Anayasaya Hayır” kampanyasına katıldı. Duvarlara afiş yapıştırırken yakalanan arkadaşları için öykü şeklinde yazdığı rapor, takma adı olan "K. Yalçın" imzası ile önce Atılım Dergisinde sonra Prag’da 40 dilde yayın yapan Barış ve Sosyalizm Sorunları Dergisinde yer aldı. Yazarlığa adımını bu rapor/öykü ile attı. 1983 yılında üniversite öğrenimini tamamladı.

     Üyesi olduğu Türkiye Komünist Partisi (TKP) tarafından 1985’te Moskova’ya gönderildi. 1985-1986 yılları arasında Moskova Sosyal Bilimler Akademisinde eğitim gördü. TKP tarafından komünistlik eğitimi almak için Rusya’ya gönderilen altı gencin başından geçenleri anlattığı "Kar Kokusu" (1998) adlı romanı, bu dönemde yaşadıklarından izler taşır. Moskova’da iken şiir yazmaya başladı. 1989’da aktif politikadan ayrıldı ve Sokağın Zulası adlı şiir kitabını yayımladı. Arkadaşı Ali Taygun ile bir reklam ajansı çalıştırmaya başladı.

     1990 yılında bir grup edebiyat tutkunuyla birlikte Yine Hişt adlı kültür-sanat dergisini çıkardı. Şiir, öykü ve yazılarını Adam Sanat, Yine Hişt, Öküz ve Cumhuriyet Kitap dergileri ile Yeni Yüz yıl gazetesinde yayımladı.

     1992 yılında yayınlanan ilk öykü kitabı “Çıplak Ayaklıydı Gece”, aynı yıl Ferit Oğuz Bayır Düşün ve Sanat Ödülü'nü aldı. Bu kitap Ahmet Ümit'i yazın dünyamıza tanıtan ilk kitap olma özelliğini de taşır.

     Arkadaşı tiyatro yönetmeni Ali Taygun’un teşvikiyle polisiye yazmaya ağırlık veren Ahmet Ümit, 1993 yılında ATV için çekilen "Çakalların İzinde" adlı polisiye dizinin öykülerinin ve senaryosunun yazılmasına katkıda bulundu. Ardından da 1995'te Ahmet Ümit, çeşitli gazete ve dergilerde Franz Kafka, Dostoyevski, Patricia Highsmith, Edgar Allan Poe ve polisiye roman yazarları üzerine inceleme ve tanıtım yazıları kaleme aldı.

     "Bir Ses Böler Geceyi"(1994) adlı uzun hikâyesinin ardından "Masal Masal İçinde" (1995) yayımlandı. Annesinden dinlediği masalları düzenleyip yazdığı bu kitap çeşitli özel ilköğretim okulunda ve özel kolejlerde ders kitabı olarak okutuldu, Korece’ye çevrildi Kitaplarının tümünde var olan gerilim duygusu "Sis ve Gece"(1996) adlı polisiye romanında kendisini tümüyle dışa vurdu. "Sis ve Gece" Türkiye'de yankı uyandırdı, tartışmalara yol açtı. Yunanistan'da yayımlanarak yabancı dile çevrilen ilk Türk polisiye yapıtı unvanını kazandı.

       "Sis ve Gece"'yi "Kar Kokusu" (1998) adlı romanı, "Agatha’nın Anahtarı" (1999) adlı polisiye öykü kitabı takip etti. 2000’den itibaren "Patasana"(2000), "Kukla" (2002), "Şeytan Ayrıntıda Gizlidir" (2002), "Beyoğlu Rapsodisi" (2003), "Aşk Köpekliktir" (2004), "Ninatta’nın Bileziği" (2006), "Kavim" (2006) adlı kitaplarını ardı ardına yayımladı. 2007’de "İnsan Ruhunun Haritası" adlı denemesi yayımlandı. 2008'da yayınlanan "Bab-ı Esrar"'da Şems-i Tebrizi cinayetini konu edindi. İstanbul hakkında çok detaylı bilgiler de içeren "İstanbul Hatırası" adlı polisiye romanı Haziran 2010'da okuyucularla buluştu. 2012 yılında Fatih Sultan Mehmet’i konu alan “ Sultanı Öldürmek” adlı romanı ve 2013 yılında ise en son romanı olan “Beyoğlu’nun En Güzel Abisi” adlı polisiye romanını yayımladı. Yazarın "Başkomiser Nevzat, Çiçekçinin Ölümü" (2005) adlı bir de çizgi romanı vardır.

    Öykülerinden yola çıkılarak Uğur Yücel tarafından Karanlıkta Koşanlar ve Cevdet Mercan tarafından Şeytan Ayrıntıda Gizlidir dizileri yapılmış, "Sis ve Gece" adlı romanı 2007 yılında Turgut Yasalar tarafından sinemaya uyarlanmıştır.2013 yılında “Aşk Köpekliktir” adlı eseri tiyatroya uyarlanmıştır. “İstanbul Hatırası” adlı romanının ise 2014 yılında sinemaya uyarlanması bekleniyor.

Ahmet Ümit’in eserleri;
·         Sokağın Zulası (1989)
·         Çıplak Ayaklıydı Gece (1992)
·         Bir Ses Böler Geceyi (1994)
·         Masal Masal İçinde (1995)
·         Sis ve Gece (1996)
·         Tapınak Fahişeleri Başkomser Nevzat 2 (1997)
·         Agatha'nın Anahtarı (1999)
·         Kar Kokusu (1998)
·         Patasana (2000)
·         Şeytan Ayrıntıda Gizlidir (2002)
·         Kukla (2002)
·         Beyoğlu Rapsodisi (2003)
·         Aşk Köpekliktir (2004)
·         Başkomser Nevzat, Çiçekçinin Ölümü (2005)
·         Kavim (2006)
·         Ninatta'nın Bileziği (2006)
·         İnsan Ruhunun Haritası (2007)
·         Olmayan Ülke (2008)
·         Bab-ı Esrar (2008)
·         İstanbul Hatırası (2010)
·         Başkomser Nevzat 3: Davulcu Davut'u Kim Öldürdü ? (2011)
·         Sultanı Öldürmek (2012)
·         Beyoğlu'nun En Güzel Abisi (2013)


II.

Türk Edebiyatında Popüler Roman;

     Tanzimat sonrasında Batılı edebiyatın, Türk okur ve yazarlarınca takip edilmeye başlanması orada üretilen eserlerin yerli karşılıklarını üretme ve okuma hevesi uyandırmıştır. Bu amaçla popüler edebiyata dâhil edilebilecek çok sayıda eser yazılmıştır. Ancak Batı edebiyatındaki konular göz önüne alındığında bizim edebiyatımızda, bazı türlerin öne çıktığını, bazı türlerinse neredeyse hiç çıkmadığını görürüz. Dolayısıyla Türk edebiyatında popüler romanlar incelendiği zaman çoğunluğu, aşk, suç edebiyatı ve bizim edebiyatımıza özgü olan popüler tarihi maceralar başlıkları altında toplanmaktadır.

     Türk edebiyatında popüler romanların yazılmaya başlanmasında Batılı dillerden yapılan çevirilerin büyük önemi vardır. Bu çeviri ve tefrika faaliyetine dönemin neredeyse bütün yazarlarının dahil olduğu ve gazetelerin tirajlarının artmasında yayımladıkları bu tür romanların büyük etkisi olduğu bilinmektedir.

      Tefrika romanların gazete ve dergilerin tirajlarını arttırmasının yanında bir başka önemli katkıları da halkın bu eserler sayesinde okuma yazma yeteneğini geliştirmesidir. Ayrıca bu eserleri okuyabilmek için okuma yazma öğrenmeye heveslenenlerin de var olduğunu tahmin etmek güç değildir.


      Türkiye’de popüler edebiyatın babası da Ahmet Mithat Efendi’dir. Ahmet Mithat verimli kalemi sayesinde birçok türde eser vermiştir. Dili, üslubu birçok defa eleştirilen yazarın, halkın roman türünü sevmesindeki katkıları ise reddedilemezdir.


     Türk edebiyatında popüler türler içerisinde belki de en çok ürün verileni aşk romanı, diğer adıyla romanstır. Romans türü edebiyatımızda, sadece masum aşkları değil erotizmin birçok biçimini de içeren bir tür olarak geniş biçimde değerlendirilmiştir. Bu türe giren ilk eserlere bakıldığında imparatorluğun çöküş yıllarına denk gelen bu yayımlarda erotizmin hakim olduğunu görülür. 1890’lı yıllarda eserler veren Mehmet Celal’in romanlarında kadınlar arası ilişkiler de dâhil olmak üzere cinsellik işlenmiştir. Yazarın Leman, Damen Alude, Venüs, Bir Sefil Kadının Hayatı gibi eserleri daha sonra yazılacak erotik romansların öncülerindendir. (Uğur:2007,168)


      Güzide Sabri ise yoğun duygusallık taşıyan eserleri ile sonraki dönemde yazılacak kadın romanslarının öncülerindendir. Münevver (1901), Ölmüş Bir Kızın Evrak-ı Metrukesi (1905), Yaban Gülü (1920), Nedret (1922), Hicran Gecesi (1930) gibi eserleri Türk kadın okuyucuları tarafından çok beğenilmiştir. Güzide Sabri ile aynı dönemlerde yaşayan ancak yazmaya daha sonra başlayan üç isim ise edebiyatımızın romans yazarları içinde en çok tanınanları olmuştur. Bu yazarlar, Muazzez Tahsin Berkand, Esat Mahmut Karakurt ve Kerime Nadir’dir. Ayrıca Aka Gündüz’de erkek romans yazarıdır.


       Türk popüler edebiyatında en az eser verilmiş türlerden biri gotik-korku veyahut fantastik edebiyattır. Türk kültüründe cin, peri, büyü, muska, ejderha, sihir, her türden batıl inanışlar gibi korku unsurları masallarda ve günlük hayatın her evresinde görülmüştür. Yüzyıllar öncesinden kalan inanışlar kimi yerlerde toplumsal hayatı şekillendirecek kadar güçlüdür. Bu duruma rağmen Türk edebiyatında korku içeren eserlere rastlamak neredeyse imkânsızdır.


    Edebiyatımızın bu türe ilgi göstermemesinin belki de en önemli nedenlerinden biri başlangıcından itibaren yeni edebiyatın gerçeklik kaygısıdır. Yeni edebiyatın kurucularından ve en güçlü isimlerinden olan Namık Kemal’in “Celal Mukaddimesi”nde, cin, peri masallarını aşağılaması kendi dönemini ve sonra gelen nesilleri çok etkilemiştir. Bu türe yeterli ilgi göstermemesinin bir başka nedeni de ülkenin geç modernleşmesidir. Son iki yüzyıldır ülkemiz aydınlarının temel kaygısı bir an önce Batı’ya yetişmektir. Bunu sağlamak için en kısa yolun Batılı bilim ve tekniği bir an önce hayata geçirmek olduğunu iddia etmişlerdir. Yeni nesilleri de bu amaca uygun yetiştirmek için eğlencelik eserler yerine, öğretici eserleri öne çıkarmışlar, toplumu değiştirme amacını her zaman önde tutmuşlardır. Bu kaygı nedeniyle eğlenceye, kaçışa yönelik eserler hakkında her zaman olumsuz yorumlar yapılmıştır. Romans, suç öyküleri gibi türler gerçeklik bağları olsa bile bunların da ikincil edebiyat olarak görülmesi üretim sürecini de etkilemiştir. Fantastik türde eser verenler içerisinde en tanınmış olan yazarımız Hüseyin Rahmi Gürpınar’dır. Fantastik edebiyat türünün ülkemizdeki ilk temsilcisi olarak Giritli Aziz Efendi görülmektedir. Muhayyelat-ı Ledünn-i İlahi adlı eserinde Aziz Efendi, gerçeküstü varlıkları ve dünyayı kullanmıştır. Eserin birinci bölümü olan Hayal fantastik görüntülerle işlenmiştir.( Uğur:2007,169)

       Popüler edebiyatın en çok sevilen türlerinden olan suç-dedektif öykülerinin Türk edebiyatında çok sayıda örneği vardır. Tıpkı romans gibi suç hikâyeleri de yeni edebiyatımızın ilk dönemlerinden itibaren hayli ilgi çekmiştir. Ülkemizde suç edebiyatının ilk örnekleri tercüme çalışmalarıyla verilmiştir. 1880’li yıllardan itibaren dönemin aydınlarının en iyi bildiği dilden, yani Fransızca’dan yapılan dedektif romanı tercümeleri gazetelerde tefrika olundukça okuyucunun ilgisi görülmüş ve daha sonra telif eserler verilmeye başlanmıştır. Dönemin padişahı Abdülhamit’in de polisiye edebiyat meraklısı olduğu ve her gece uyumadan önce yardımcılarına bu tür romanlar okuttuğu bilinmektedir. Bu dönem suç edebiyatından çeviri yapanlar arasında S. Nazif, A. Mithat, A. Rasim, A. İhsan gibi isimler de vardır.


       Suç öyküleri türünde ilk telif eser ise Ahmet Mithat Efendi’nin 1884 yılında yazdığı Esrar-ı Cinâyât’tır. Ahmet Mithat Efendi, eseriyle Batılı tarzda bir suç öyküsü ortaya koymaya çalışmıştır. Kısmi olarak bunda başarılı olmuş ancak tipik dedektif öyküsünün bazı aşamalarını ihmal etmiştir. Ahmet Mithat Efendi’nin polisiye türündeki diğer eserleri ise Hayret (1885) ve Haydut Montari’dir (1887). Türkçedeki ilk polisiye roman dizisi Ebulbehzat tarafından 1912’de Beyoğlu Cinayat Serisi adıyla başlar ancak ilk sayıdan sonra yayımı durur.


       Peyami Safa’nın Server Bedi takma adıyla yazdığı Cingöz Recai isimli kahramanın maceralarını anlatan polisiye dizisi ise türün en popüler eserlerindendir. 1924 yılından başlayarak çeşitli dönemlerde üç ayrı dizi halinde yayımlanan Cingöz Recai serileri Cingöz Recai’nin Harikulade Sergüzeştleri Serisi, Cingöz Recai Kibar Serseri ve Sherlock Holmes’e Karşı Cingöz Recai isimlerini taşır. Eserin kahramanı Cingöz Recai, cinayet islemek istemeyen, zevk için hırsızlık yapan kişiliği ile Arsen Lupen’in uyarlaması olarak yaratılmıştır.(Üyepazarcı:2008,_)


       Polisiye eserlerin çok sevilmesi nedeniyle bu türdeki çevirilerin her dönemde devam ettiği görülmektedir. Çeviri faaliyetinin en önemli isimlerinden biri de Kemal Tahir’dir. Yazar ilk olarak Mickey Spillane’in “I, the Jury” adlı Mike Hammer romanını “F. M. İkinci” takma adıyla çevirmiştir. Kitap 100 binden fazla satılınca yenileri de çevrilir. Ancak Spillane toplam altı kitap yazdığı için, Kemal Tahir piyasanın ilgisine karşılık vermek amacıyla telif Mike Hammer maceraları yazmaya başlar. Yine takma adla dört adet kitap yazar. Derini Yüzeceğim (1954), Kara Nara (1955), Kıran Kırana, Ecel Saati adlı bu romanlarda Mike Hammer’ı kimi zaman yerli bir kabadayı ağzıyla konuşturmuştur.


       Edebiyatımızda dini içerikli romanları 1968 yılında Hekimoglu İsmail’in yazdığı Minyeli Abdullah romanı ile başlar. Hekimoglu İsmail, Maznun (1974) adlı kitabıyla birlikte dini romanlarının temel klişelerini ortaya koymuştur. Sonradan gelen birçok yazar da bu klişeleri tekrar tekrar kullanarak bu türün yaygın biçimde tüketilmesini sağlamışlardır. Daha sonraki yıllarda Şule Yüksel Şenler’in yazdığı Huzur Sokağı adlı roman gençler üzerinde büyük etkilerde bulunmuş ve sinemaya da uyarlanmıştır.


       Türk edebiyatında en fazla ürün verilen türlerden biri tarihi popüler romanlardır. Tarihi romanları genel anlamda iki kısma ayırmak mümkündür. İlk olarak, tarihi, bir tarihçi gibi ele alarak onun gerçekliğine bağlı kalmaya çalışan romanlardır. Ciddi edebiyata dâhil edilen bu eserler aracılığıyla yazarlar, tarihe, topluma ve siyasete dair görüşlerini aktarırlar. Tarih çoğunlukla ülkenin sorunlarını çözmenin aracı olarak ele alınır.


       İkinci tür ise popüler roman kapsamına giren eserlerden oluşmaktadır. Genellikle macera ağırlıklı popüler eserlerde amaç tarihin kendisi değildir; tarih sadece fon olarak kullanılır. Tarihi macera romanlarını bir tür haline getiren ise kullandıkları basmakalıp tipler ve formüllerdir. Bu tür romanlarda, asil, tok gözlü, ülkesi ve milleti için her an kendini fedaya hazır Türk kahramanlar basmakalıp tiplerdir. Ayrıca sıradan karakterler arasında da benzer durum vardır. Türk kişiliklerin hepsi dürüst, ülkesine bağlı ve fedakâr iken yabancı olanlar zalim, açgözlü, hilekârdırlar. Türk olmayan kadınların hemen hepsi cinsellik konusunda çok rahattırlar. Çoğunlukla Türk kahramanı arzularlar. Türk kadınlar ise asla cinsel eylemlerle anılmaz. Tarihi popüler romanların en büyük ismi şüphesiz Abdullah Ziya Kozanoğlu’dur (1906-1966). 1923 yılında yayımlanan Kızıl Tuğ adlı ilk eserinden sonra çok sayıda tarihsel macera kaleme almıştır. Diğer tarihi roman yazarları gibi o da sık sık İslamiyet öncesi dönemde yasayan Türklerin maceralarını yukarıda anlatılan formüle uygun olarak anlatmıştır. Kozanoğlu’ndan sonra türün en çok tanınan yazarları Feridun Fazıl Tülbentçi, Oğuz Özdeş ve Reşad Ekrem Koçu’dur.


III.

Türk edebiyatında Polisiye Roman;

       Ülkemize polisiye romanların girişi, polisiyenin batıdaki başlangıcından (Poe’nun Morg Sokağı Cinayeti) kırk yıl sonra gerçekleşmiş ve bu giriş çeviri romanlarla olmuştur. Dilimize çevrilen ilk polisiye roman ise Fransız yazar Ponson de Terrail’in Paris Faciaları adlı kitabıdır. 1881 yılında Ahmet Münif tarafından çevrilmiştir. (Üyepazarcı:2008,_)

         Erol Üyepazarcı dilimize çevrilen polisiyeleri iki sınıfa ayırır; 1881 yılı ile II. Meşrutiyetin ilan edildiği 1908 yılı arası ilk dönem,1908 ile 1928 (harf inkılabı) yılları arası ikinci dönem. Birinci dönemde daha çok Fransız polis romanları çevrilmiştir. Bu dönemin çevirmenleri arasında Ahmet Mithat Efendi(Emile Gaboriau’nun ‘Orcival Cinayeti’ni 1884’te çevirdi), Hüseyin Rahmi Gürpınar, Fazlı Necip, Süleyman Nazif, Ahmet Rasim önemli yer tutar.


      1908-1928 arasındaki ikinci dönemde ise II. Meşrutiyet’le gelen hürriyetle birlikte gerek çevirilerde gerekse telif polisiye romanlarda patlama olmuştur. Ayşe Altıntaş Balcı, bu dönemdeki popülerleşmeyi polisiye eserlerin önce gazete ve dergilerde tefrika edilip sonra kitap haline getirilmesi ve halkın bu tefrikalara ucuz yoldan ulaşabilmesine bağlar.

       Bir taraftan türün Artur Conan Doyle, Maurice Leblanc, Gaston Leroux, Marcel Allain-Pierre Souvestre ikilisi gibi ünlülerin eserleri çevrilir ve Türk okurlar söz konusu yazarların kahramanları Sherlock Holmes, Arséne Lupin, Roulatabille ve Fantome ile tanışırken; bir yandan da daha önce tanıttığımız polisiye türünün “proleterleri” diyebileceğimiz ve uluslararası  polis edebiyatında Dime Novels yani On Paralık Romanlar diye tanımlanan alt türün çevirileri de geniş okuyucu kitlelerine ulasmıstır. Bu alt türün en önemli kahramanları ise Nick Carter ve Nat Pinkerton’dur. (Balcı:2005,12)

       Çeviri romanların ardından telif romanlarını görürüz. Telif polisiye romanları da çeviri polisiye romanlar gibi birinci dönem (1881-1908) ve ikinci dönemde (1908-1928) olmak üzere iki bölümde inceleyebiliriz. Birinci dönem yazılan ve ilk telif polisiye roman olma özelliğini taşıyan Ahmet Mithat Efendinin Esrâr-ı Cinâyât (1884) adlı polisiye romanından başlar. İkinci dönemde ise telif romanlarda çok sayıda artış olmuştur. İlk dönem bir polisiye roman yazan Fazlı Necip bu dönemde birçok eser vermiştir. II. Meşrutiyetin ilanından sonra çıkarmaya başladığı Arsen Lupin çevirilerinin 6. cildinden sonra 7., 8. ve 9. ciltlerini bu telif polisiye romanlarına ayırmıştır. Ancak bu eserlerinin pek başarılı olduğu söylenemez.

        Peyami Safa’nın Server Bedi takma adıyla yazdığı Cingöz Recai tiplemesinin serüvenleri 1924’te başlamış ve yazarın ölümünden bir yıl sonra 1962’de toplu olarak basılmıştır. Dizi, 1924 ve 1925’te yayımlanan onar kitaptan oluşan Cingöz Recai’nin Harikulade Sergüzeştleri Serisi ve Cingöz Recai Kibar Serseri Serisi ile 1926’da yayımlanan on beş kitaptan oluşan Sherlock Holmes’a Karşı Cingöz Recai dizisinden oluşmaktadır. Dizi tıpkı Sherlock Holmes gibi çok tutulmuştur. Cingöz’ü ikinci dizinin sonunda yakalatarak diziye son vermek isteyen Server Bedi okuyucunun isteği üzerine 301 sayfalık çok hacimli bir kitapla Cingöz’ün Esrarı ile onu geri getirmiştir (1925). Cingöz Recai sinemaya aktarılan ilk Türk polisiye roman kahramanı olma unvanını da kazanmıştır.(Uğur:2007,349)

       1940'lı yıllarda, Türkiye'de Hamdi Varoğlu, Rıza Danışment Korok, Melek Z., İlhami Safa, İskender Fahrettin Sertelli, Ziya Çalıkoğlu, Mecdi Emiroğlu, Cahit Gündoğdu, Turhan Aziz Beler ve Faik Benlioglu gibi isimleri sayabiliriz. 1950’li yıllarda ise, Kemal Tahir, Afif Yesari, Ümit Deniz, Aziz Nesin gibi yazarları sayabiliriz. Kemal Tahir 1950’li yıllarda Mike (Mayk) Hammer (Mickey Spillane) çevirileri yapmış ve daha sonra çevirileri bırakıp F.M. takma adıyla telif Mike Hammer romanları yazmıştır. Aziz Nesin de katılmış ve Nuru hayat takma adıyla Beyaz Mendil adlı başarısız bir polisiye roman yazmıştır. (Uğur:2007,350)

       1960’lardan sonra siyasî tansiyonun yükselmesi ile birlikte polisiye yazımında bir azalma gözlenmiştir. A. Ömer Türkeş Türkiye’de 1980’lerin bir bellek yitimiyle açıldığını, polisiyenin yüzyıllık geçmişine kimsenin dönüp bakmadığını, polisiyeye yeni yeni yazılan bir tür muamelesi yapıldığını belirtir. 80’li yıllardaki ilk örnekler ise Erhan Bener’in Sisli Yaz (1984) ve Çetin Altan'ın Rıza Bey'in Polisiye Öyküleri (1985) Pınar Kür'ün Bir Cinayet Romanı (1989) ve Ümit Kıvanç'ın Bekle Dedim Gölgeye (1989) adlı polisiyeleri  ile Mehmet Eroğlu'nun Issızlığın Ortasında (1984), Geç Kalmış Ölü (1984) ve Yarım Kalan Yürüyüş (1986) romanları da siyasi polisiye Örnekleridir. (Türkeş:2006,16-17)


       1990'lı yıllar yerli polisiyeler için bir altın çağın başladığının habercisidir.Levent Aslan Karanlığın Gözleri(1991), Taner Ay Marsyas'ın Cesetleri(1992), Erhan Bener Gece Gelen Ölüm(1992), Engin Geçtan Kırmızı Kitap (1993), Osman Aysu Havyar Operasyonu, Mavi Beyaz Rapsodi, Cellat romanları, Piraye Sengel Gölgesiz Bir Kadın (1994), Murat Çulcu Baykuşlar Vadisi (1997), Ünal Bolad Cinnet (1998), Reha Mağden Yazlıların Tableti (1999), Armağan Tekdöner Çırak (1999), Orhan Pamuk Benim Adım Kırmızı (1999), Sadık Yemni Amsterdam’ın Gülü adlı eserleriyle ve Akif Pirinççi de Felidea dizisiyle iyi birer polisiye yazarı olduklarını kanıtladılar. 1999 yılında başlatılan Kaktüs Kahvesi Polisiye Roman Yarışması, edebiyatımıza üç yeni yazar ve eser kazandırdı: Jüri özel ödülü verilen Rüzgarsız Şehir'de bilimkurgu ağırlıklı heyecan dolu hikâyesiyle Cenk Eden, Türk dilinde yazan İngiliz vatandaşı Birol Oğuz’un ödülsüz ama başarılı romanı Siyah Beyaz ve birincilik ödülü verilen Celil Oker'in Çıplak Ceset adlı eserleri. Ahmet Ümit’te ilk çıkışını bu yıllarda yapmıştır.

      2000’li yıllarda polisiye romanın tıpkı  1930 - 1950’li yıllardaki altın çağına benzer bir çağ yaşadığını belirten A. Ömer Türkeş “İyi Başladı” başlıklı yazısında, sadece 2006’da yayımlanan onlarca eser ve yazarları Orhan Teoman Özdemir, Havva Gülbeyaz Coşkun, Şule Sahin, Mehmet Murat İldan, Başar Aksan, Kemal Barış İncitmez, Sevki İşbilen, Ferhat Ünlü, Enver Günsel, Osman Aysu, İsmail Ünver, Aytekin Gezici, İsmail Gülensoy ve Çağan Dikenelli’den söz ederken eserlerini eleştirir. (Türkeş:2006,18)


IV.

Klasik Polisiye Özellikleri;

       Çeşitli edebiyat araştırmacıları ve yazarlar polisiye romanın özelliklerini belirleme gereği duymuşlardır. H. Gezer, araştırmacı ve yazarların farklı farklı koydukları polisiye roman özelliklerini harmanlayıp temel özellikleri sıralamıştır. ( Gezer:2006,23)

1.   Polisiye romanda, gerçek dünya anlatılmalı, olaylar gerçeğe uygun olmalıdır. Hayaletli, öte dünyayla, ruhlarla bağlantılı yaratıkların bulunduğu fantastik unsurlardan uzak durulmalıdır.
2.  Cinayeti aydınlatmaya çalışan bir dedektif veya polis (polis müfettişi, başkomiser vb.) bulunmalıdır. Dedektifin yanında bir de yardımcı bulunabilir.
3.  İşlenen cinayetlerin ve katillerin sayısı birden fazla olabilir. Bu cinayetler seri cinayet olabilir. Suçlu mutlaka ortaya çıkarılmalıdır. Herkes suçlu olabilir, dedektif bile. Robert Knox ise “ On emri”nde dedektiflerin suça teşebbüs edemeyeceklerini belirtir.
4. Polisiye roman, figürler, çevre ve atmosfer bakımından gerçekçi olmalıdır. Polisiye roman, gerçek bir dünyada yasayan insanları aldatmamalıdır.
5. Cinayetin çözümüne okuyucu da katılmalı, bu yüzden toplanan deliller okuyucudan gizlenmemelidir. Okuyucuya dürüst davranılmalı, okuyucu hayal kırıklığına uğratılmamalıdır. Çözüm açıklanabilir olmalıdır.
6.  Polisiye romanın kurgusu okuyucunun cinayeti dedektiften önce çözmesini engelleyecek biçimde tasarlanmalıdır. Sadece çok zeki okuyucular çözebilmelidir. Kurgu gerektiğinde olayları kolayca açıklanabilecek kadar da basit olmalıdır.
7.  Cinayetin işleniş tarzı ve ortaya çıkarılışı mantığa uygun olmalıdır. Akla uygun olmayan yöntemlerden kaçınılmalıdır.
8.    Polisiye romanda, yer yer aşk, sosyal olaylar, tarihi mekânlar, doğal güzellikler üzerinde de durulabilir, tasvirler yapılabilir.
Ancak bu unsurlar, asla polisiye unsurların, “Katil kim?” sorusunun çözümünü bulma çabasının önüne geçmemelidir.


Postmodern Polisiye roman;

       1980 sonrası polisiye edebiyatın yeniliklerinden biri de klasik polisiyenin dışında kalan türden polisiye eserlerin verilmesidir. 1960’lı yıllardan itibaren Batı’daki düşünce ve sanat dünyasını etkisi altına alan postmodernizm akımı popüler kültür ürünlerine de yansımıştır. Edebiyatın bir oyun olarak görülmesi ve yazarın da bu oyuna dâhil olması sonucu, roman sanatı, dünyayı anlatmak kaygısından uzaklaşmış, yazarlar ve “tüketiciler” için eğlence aracına dönüşmüştür.

          Polisiye edebiyat da bu anlayıştan etkilenmiş, kimi yazarlar polisiye romanları geleneksel biçimden farklı ele almışlardır. Türk edebiyatında da Batı’daki bu anlayışın etkileri hissedilmiştir. Polisiye edebiyat ürünleri suç-dedektif-çözüm formülüne bağlı kalmakla birlikte yeni unsurları devreye sokmuştur. Bu durumun bir sonucu olarak postmodern edebiyat anlayışının hâkim olduğu eserler kaleme alınmıştır.

      Postmodern polisiye olarak adlandırılabilecek olan yeni polisiye türünün yakın dönem edebiyatımızdaki önemli temsilcilerinden biri Pınar Kür’dür. Pınar Kür, Bir Cinayet Romanı ve Cinayet Fakültesi adlı eserlerinde üst-kurmaca yöntemini kullanarak polisiye edebiyatı postmodern yöntemlerle yeniden ele almıştır. Klasik polisiye özelliklerine karşı çıkan Ahmet Ümit’in de birçok eserini postmodern polisiye olarak ele almamız mümkündür.

V.

Ahmet Ümit’in roman anlayışına bakış;

      Polisiye romanı, “hoşça vakit geçirirken bilgilendiren, eleştiren, ama hepsinden (öte) zekamızı alttan alta sınava çekerek düşünmeyi özendiren bir edebiyat türü” olarak tanımlayan Ahmet Ümit, polisiye romanın başlangıcını Edgar Allan Poe’dan çok öncelere götürür. Polisiye roman suçun anlatısı olduğunu ve suçun da insanoğlunun varoluş biçimi olduğunu ifade ederek cinayeti anlatan ilk metinleri günümüzden binlerce yıl öncesine Hitit saray cinayetlerinin sonuçlarını konu alan Telipinu Fermanı ya da Sofhokles’in Kral Oidipus’una dayandırır. En ilginç hikayenin de Eski Ahit’te yer alan Kâbil ile Hâbil’in hikâyesi olduğunu söyler.( Bayraktar:1998,3)

       Suç ile edebiyat, özellikle de roman, arasında bir benzerlik bulan Ümit, birbirinden farklı görünen bu iki olguyu birleştiren düzlemin adının belirsizlik olduğunu, suçun da romanın da belirsizliğin üzerinde yükseldiğini ifade eder. Suçun her ne kadar yasalarca ayrıntılarına varıncaya dek tanımlanmış olsa da zamanla değişime uğrayacağını, önceden suç olan bir şeyin zamanla suç olmaktan çıkacağını bunun da belirsizliğe neden olduğunu, romandaki belirsizliğin ise zaten doğal bir durum olduğunu, çünkü romanın baslı basına bir imge olduğunu belirtir. Bu imgeyi ise açıklamanın ve tanımlamanın imkânsız olduğunu, her okurun o imgeyi kendi düşünce, duygu, estetik algısıyla değerlendireceğini, hatta aynı okurun aynı romanı farklı zaman dilimlerinde okuduğunda bile farklı düşünsel, duygusal, estetik değerlendirmelere yöneleceğini belirtir. Bu nedenle iyi romanların bir kalıba dökülemeyeceğini ve belli ölçütlerin sınırları içine hapsedilemeyeceğini savunurken suçun belirsizliği ile romanın belirsizliği arasındaki yakın ilintiyi söyle açıklar:

      “ Nasıl ki roman birbirine geçmiş metaforlar, benzetmeler, alegorilerden oluşmuş ve her okuyanın kendince farklı estetik duygulanımlar yaşayabileceği büyük bir imgeyse, suçun nedenleri, sonuçları da en az roman kadar tartışmaya açıktır. Tıpkı roman gibi suç da insanlarda hayranlık, şaşkınlık korku hatta rahatlama uyandırabilecek niteliklere sahiptir tıpkı roman gibi suç da insanları derin düşünsel aktiviteye itecek kadar güçlü bir olgudur. Suç da tıpkı roman gibi gerçekleştiği çağın özelliklerini dolaylı olarak içinde taşımaktadır.”

      Ümit, suç unsurunun sık sık roman tarafından malzeme olarak kullanıldığını, hatta bugüne kadar pek çok romanın ana konusunu suçun oluşturduğunu, bunun bir rastlantı olmadığını belirtir. Romanın iç yolculuğunu, “insan benliğinde yapılan bir kazı” olarak tanımlayan Ümit, bu kazıda suçtan yola çıkmanın en doğru yöntemlerden biri olduğunu söylerken Sophokles'in Oedipus'unda, Shakespeare'in Hamlet'inde, Macbeth'inde, Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sında, Karamazov Kardeşler'inde yapıtlarının eksenine  suçu almalarının bir rastlantı olmadığını, kuşkusuz bu yazarların suç izleğinin kendilerine sunduğu geniş olanakları fark ettiklerini ifade eder. Bu yazarların amacının suçtan, cinayetten yola çıkarak, bütün karmaşası içinde insanı, katilin içindeki masumu, iyinin içindeki şeytanı yani bir bütün olarak insanı açıklamaya çalışmak olduğunu belirtir.

       “Suç, tıpkı insan DNA'sı gibi birçok bilgiyi içinde barındırmaktadır. İşlenen bir suçu inceleyerek çağı, toplumu ve insanı anlatabilirsiniz. Anlatının derinlik kazanması ise başka bilgilerin yanı sıra sağlam bir felsefe bilgisini de gerekli kılmaktadır. Bu bilgi eksik olduğunda yapıtta sorunlar çıkması adeta kaçınılmaz hale gelir”

       Felsefenin yanı sıra psikolojinin de polisiye roman için çok önemli olduğunu belirten Ümit, suçu anlatan bir yazarın suç karsısında insanın psikolojisini de anlatmak zorunda olduğunu, dolayısıyla bir polisiye romanın katil, kurban ve dedektif üçlüsünün psikolojisini verebildiği sürece iyi olabileceğini, bu psikolojiyi anlatmadan iyi bir polisiye roman yazılamayacağını ifade eder.

      Ahmet Ümit, ayrıca edebiyatın yaşamı bir bütün olarak ele aldığını, ıssız bir ada da tek başına kalmış bir karakteri anlatırken bile   onu yasadığı çağdan, yaşamış olduğu toplumdan, çevresinden ayrı ele almayacağını, dolayısıyla roman ve hikâyelerdeki suç ve kötülüğün bir anlamda bize yasamı yeniden sunduğunu, bu yüzden yazarın suçu anlatırken felsefeden psikolojiye, kriminalistik bilimine, sosyolojiden tarihe kadar bütün bilimsel disiplinleri kullanmak zorunda kaldığını, daha da önemlisi edebiyatın temel malzemesi olan dili kullanarak yepyeni bir dünya yarattığını belirtir. Bu yazınsal dünyanın çoğu zaman gerçek yaşamla boy ölçüşecek kadar sahici bir biçimde yaratıldığını ve bu yazınsal dünyanın Tanrı’sının, yaratıcısının ise yazarın kendisinden başkası olmayacağını söyler.

      “Yazar suça Tanrı gibi bakmalıdır” diyen Ümit, iyi yazarların kendi ruhlarındaki karanlığa gözlerini kırpmadan bakabilenler, içlerindeki kötülükle yüzleşebilenler, akıllarının kuytusunda gizlenen katili anlatmaktan çekinmeyenler olduğunu, çünkü onların tıpkı Eski Ahit'in yazarı (Tanrı) gibi, karakterlerini kendi suretlerinden yarattıklarını ve bu karakterlerin dudaklarına kendi nefeslerini üflediklerini belirtir.


        Bu yazarların cinayet metinlerini kaleme alırken hem katil, hem kurban olduğunu, öldürme anı ve ölme anını hissetmeden iyi cinayet metni yazılamayacağı gibi, bu, insan yazgısını değiştirebilecek güçteki eylemin katilin/kurbanın üzerindeki etkisini anlamanın da olanaksız olduğunu ifade eder.

      Polisiye romanın, insanı anlatmada yazara büyük olanaklar verdiğini, bu yüzden polisiye roman yazdığını belirten A. Ümit, amacının insanı anlatmak olduğunu açıklar. Kendisini polisiyeye yönlendirenin de hayatın ta kendisi olduğunu, politik olayların çok yoğun yaşandığı, politik hayatın adeta bir iç savaşa dönüştüğü bir dönemde yasadığı için bu gerilimli hayatın da doğal olarak romanlarına yansıdığını böylece polisiye roman yazmaya başladığını anlatır.

      Ahmet Ümit, yeni bir roman yazmaya başladığında romanının başkalarınınkiyle veya daha önce yazdığı kendi romanlarıyla benzerlik göstermesinden endişe duyduğunu belirtir ve sanatta tekrarı “tam anlamıyla lanetli bir erken doğum, yapıtın yazgısını basından ölümle sınırlamak” olarak değerlendirir. Sanatta en değerli ölçüt olarak da “yeni olanı tasarlamak, farklı olana ulaşmak, biricik olanı yapabilmek” olduğunu ifade eder. Bu yüzden yazar her yeni romana başlamadan önce, daha önceki çalışmalarını gözden geçirdiğini, yapıtını keşfedilmemiş olanın üzerinde yükseltmeye biçimlendirmeye, sonuçlandırmaya çalıştığını söyler.

     “Ben hammaddeyi alırım, tıpkı kömürü alıp elmas yapanlar gibi isler ve bir romana dönüştürürüm” diyen A. Ümit, romanlarını yazarken bir film karesi, bir romandaki bir etki, bir üçüncü sayfa haberi, arkadaşlarının anlattığı bir olay, bir yerde duyduğu yaşanmışlık… gibi gerçek olaylardan etkilendiğini, yani var olan bir şeyin hayal gücünü uyandırdığını, bunları olduğu gibi değil de yeniden kurgulayıp bir edebî metne dönüştürdüğünü açıklar. Hayatı görsel olarak algıladığı için de romanlarını görerek yazdığını, bilgisayar ekranının adeta bir televizyona dönüştüğünü ifade eder.

       Şeytan Ayrıntıda Gizlidir adlı kitabındaki polisiye hikâyelerin kendisi için bir tür atölye görevi gördüğünü, ustalık yarattığını ve yazarlığını geliştirdiğini belirtirken bu hikâyedeki olayları üçüncü sayfa haberlerinden yararlanarak yazdığını açıklar

      Romanlarını genellikle güncel olaylardan etkilenerek yazdığını belirten Ümit, konu olarak da bireysel suçlardan ziyade organize suçları tercih eder. Bunun sebebini ise “ülkemizde işlenen bireysel suçların polisiye romana malzeme olacak türden olmadığını, işlenen cinayetlerin planlı bir şekilde değil de bir anlık öfkeyle, cinnet anında işlenmiş cinayetler olduğunu yada namus gibi nedenlerden dolayı herkesin önünde ibret olsun diye işlenen cinayetlerden oluştuğunu” ifade ederken“ Türkiye’de polisin çözemeyeceği cinayetin olmadığını” ve bu cinayetlerin polisiye romana konu olamayacağını belirtir. Oysa ülkemizde sıkça karşılaşıldığını belirttiği derin devlet olgusunu ve bu çerçevede islenen cinayetlerin polisiye romana konu olabilecek nitelikte olduğunu şöyle açıklar:

       “Derin devlet ulus devletlerin gerçek amaçlarını ve görünmeyen yüzlerinin sergilenmesi açısından ilginç bir olgudur. Gerek Türkiye’de, gerekse öteki devletlerde derin devletin uygulamaları, ulus devletlerin anayasalarında yer alan hümanist önermelerin pek çoğunun gerçekte birer aldatmaca olduğunu gösteren, uygarlığımızın ikiyüzlülüğünü tarih sayfalarına kanla yazan birer kanıttan başka bir şey değildir. Derin devletin uygulamaları birer suç olduğu için gizli yerine getirilir. Suç ve gizlilik ise polisiye romanın ana malzemesidir.
İşte bu nedenle de dünyada ve ülkemizde polisiyenin vazgeçilmez konusu olarak yer alır. Ülkemiz için bu konunun daha da önemli olduğunu düşünüyorum. Bizde suç yapısı hâlâ feodal kültürün etkisi altındadır. Genellikle bireysel suçlar polisiye romanın konusu olabilecek içerikten yoksundur. Ancak devleti, cumhuriyeti, dini korumak adına işlenen, ustaca düzenlenmiş, inceden inceye kurgulanmış, pek çok suç vardır. 16 Mart Katliamı,
Abdi İpekçi cinayeti, 1 Mayıs katliamı, Uğur Mumcu cinayeti ve daha adlarını sayamayacağım kadar çok cinayetin failleri hâlâ bulunamamıştır. Yani derin devlet ve ona karşıymış gibi duran örgütlerin faaliyetleri polisiye roman için essiz bir malzeme olmayı sürdürmektedir. Sorun bu malzemeyi nasıl kullandığımızdır. Bu noktada da polisiye romana bakış açımız kaçınılmaz olarak işin içine girer.”

   Romanlarında hayatı anlattığını söyleyen Ümit, kahramanlarını da hayattan seçer. Romanlarındaki katillerin hiçbiri sapık ya da cani ruhlu değildir. Bunun sebebini söyle açıklar:

       “Benim hayata ve dünyaya bakış açım siyah ve beyazdan oluşmuyor. Hayatın da insanın da karmaşık bir yapıya sahip olduğunu düşünüyorum. Bu karmaşıklığın içinde iyilik olduğu kadar kötülük, yaratıcılık olduğu kadar yıkıcılık, vahşet olduğu kadar masumiyet de bulunur. Dolayısıyla katillerin, cinayetlerin hepsi de kötüdür mantığıyla bakmıyorum. Bu nedenle ne islenen cinayetlerdeki kişiler kötü oluyor, ne de işlenen cinayet tümüyle olumsuzlanıyor. Hatta bazı cinayetlerde “bundan başka çare yoktu” düşüncesi doğabiliyor.”

      “Ben gerçek insanı anlatıyorum. Hepimiz katil olabiliriz. Kafamızdaki gerçeklikle sokaktaki gerçeklik farklıysa travmalar ortaya çıkar. Oysa hayatı güzel yanları kadar çirkin yanlarıyla da bilirsek buna hazırlıklı oluruz.”

       “Polisiye roman benimle başladı” diyen A. Ümit, bunu nedenini klişeleri kırmasına bağlar. “Ben klişelerden uzak bir roman yazıyorum” diyerek yapılmış olanı tekrarlamanın klişeleri yaratacağını, polisiye romanın yıllarca belli klişeler üzerine kurulduğunu, hatta polisiye romanın küçük görüldüğü dönemlerde bazı yazarlarca on kural gibi polisiye romanı sınırlandıran klişelerin ortaya atıldığını, amacının dünyada oluşmuş olan bu klişeleri kırmak olduğunu belirtirken polisiye romanlarının beklenmeyen bir sonla bitmesini de buna baglar.Önemli olanın, Dashiel Hammet, Raymond Chandler, Leo Malet … gibi, klişeleri kullanarak klişe olmayan eserler ortaya çıkarabilmek olduğunu belirtir.(Gezer:2006,120)

       Polisiye romanda klişelere karsı çıkan Ümit, yirmi kural, on emir gibi maddelerin polisiye romanın küçük görüldüğü dönemlerde yazıldığını ifade ederek önemli olanın klişe olmayan eserler ortaya koyabilmek olduğunu belirtirken bu nedenle romanlarını hep beklenmedik bir sonla bitirdiğini ifade eder. S. S. Van Dine’nin “Dedektifin kendisi veya resmi görevlilerden herhangi birisi hikâyenin sonunda suçlu çıkarılmamalıdır” maddesine karşılık Ümit, Sis ve Gece romanında katil ve dedektifi aynı kişi olarak karsımıza çıkararak sanki bu kurallara uymadan da polisiye roman yazılabileceğini kanıtlamak ister.

      Ahmet Ümit’in romanlarında yine klasik dönem polisiyelerinin aksine tek bir cinayet etrafında şekillenen tek zincirli olay örgüsüyle değil, birden fazla cinayet etrafında şekillenen çok zincirli olay örgüsüyle veya iç içe geçmiş vaka halkalarıyla karşılaşırız. Ümit’in Patasana romanı içi içe geçmiş vak’a halkalarından oluşurken, diğer beş romanı çok zincirli olay örgüsü içerisinde kurgulanmıştır. A. Ümit’in romanlarında, işlenmiş bir cinayeti soruşturma aşamasındayken tanıklar ortadan kaldırılmaya çalışılır ve yeni cinayetler hatta yeni katiller ortaya çıkar. Patasana, Kar Kokusu, Kukla, Beyoğlu Rapsodisi, Kavim ve Beyoğlu’nun en güzel abisi romanlarında bu yapı görülür.

       Romanlarında genellikle kahraman bakış açısını kullanan A. Ümit, Kar Kokusu’nda hâkim bakış açısını kullanmış, Patasana’da ise hem kahraman hem de hâkim bakış açısını kullanarak romanını kaleme almıştır. Romanlarında kahraman anlatıcı olarak genellikle dedektifi seçerken bazı romanlarında ise katili anlatıcı olarak seçmiştir. Örneğin, Beyoğlu Rapsodisi’nde olayları suçlu olan Selim’in anlatımıyla öğreniriz. Selim yaşananları hapishaneden anlatmakta, hatta bunları bir kitap haline getireceğini belirtmektedir. Tabiî ki bu durumu romanın sonunda öğreniriz.

       Ümit, romanlarında anlatım tekniği olarak da polisiye romanın vazgeçilmez anlatım tekniği olan geriye dönüş tekniğinin yanı sıra anlatma-gösterme tekniği, tasvir tekniği, özetleme tekniği, mektup tekniği, diyalog tekniği, iç diyalog tekniği ve iç monolog tekniğini, üst kurmacayı kullanır. Yazar, romanlarında özellikle insan psikolojini vermek istediği için iç diyalog ve iç monolog tekniğine başvurur ve hem katilin, hem de dedektifin psikolojisini bize sunar.

       Polisiye romanın, sokağın dilini edebiyata taşıdığını ifade eden A. Ümit, kahramanlarını yaslarına, cinsiyetlerine, eğitim ve kültür seviyelerine, mesleklerine göre konuşturmaya özen gösterir. Sokağın dili olarak da argo ifadelere sık sık yer verir. Özellikle sorgulama sırasında, diyalog tekniğiyle birleştirerek uyguladığı ve art arda sıraladığı kısa ve yalın cümleleriyle de gerilimi romanın sonuna kadar ayakta tutmayı başarır. Bu yöntemi romanlarının tamamında uygular.

        Bir İstanbul hayranı olduğunu belirten A. Ümit romanlarında da mekân olarak İstanbul’u ve İstanbul’un çeşitli semtlerini seçer. Ancak Patasana’da Antep’i, Kar Kokusu’nda da Moskova’yı mekân olarak seçmiştir. Bazı romanlarına bir mekân tasviriyle başlayan Ümit, ara bölümlerde de sık sık mekân tasvirleri yapar. Bu tasvirler cinayet hadisesiyle ilgili olabileceği gibi, bazen de sadece mekânın tarihi, kültürel ve doğal güzelliklerini okura aktarmak amaçlanır. Ancak bu tasvirler romanı polisiye yapısından uzaklaştıracak, olumsuz yönde etkileyecek ölçüde değildir. Özellikle, Beyoğlu Rapsodisi’nde İstanbul’un hem doğal hem de tarihi dokusuna geniş yer verilmiş, uzun tasvirler yapılmıştır, İstanbul Hatırası’nda ise genel bir İstanbul tasviri vardır. Beyoğlu’nun En Güzel Abisi’nde ise ayrıntılı şekilde Beyoğlu’nu yine görürüz.

       A. Ümit’in romanlarında zaman ögesi de önemli bir unsurdur. Çünkü genellikle cinayetlerin sırrı geçmişe veya belli bir zaman dilimine dayanmaktadır. Katil, Beyoğlu Rapsodisi’nde olduğu gibi, ya geçmişte işlenmiş cinayetleri örtbas etmek için yeni cinayetler islemekte, ya da Kavim romanındaki gibi geçmişte öldürülen anne ve babasının intikamını almak için öldürmektedir. Yine Ümit’in romanlarında, Kukla romanında olduğu gibi, bir örgütün elemanlarının geçmişte isledikleri suçları örtbas etmek, tanık bırakmamak veya kazanılanları örgüt arkadaşlarıyla paylaşmamak için birbirlerini öldürmesi söz konusu olabilir. Patasana romanında ise planlanması yıllarca sürmüş cinayetler, belli bir zamana, bir basın toplantısına yetiştirilmek için, kısa bir sürede, beş gün içinde işlenir. Yine Kar Kokusu romanında da zaman ögesi önemlidir, Kerem geçmişte yasadıklarının etkisiyle cinayet işler, Mehmet’i öldürür. Ancak son romanı Beyoğlu’nun En Güzel Abisi’nde ise olay gelecek zaman diliminde başlar bu da diğer romanlarından farklılık gösterir ayrıca roman dört gün gibi kısa bir süre zarfında geçer. Sultan’ı Öldürmek ve Bab-ı Esrar romanlarında ise Patasana gibi geçmiş ile gelecek arasında mekik dokumuştur.

        Ahmet Ümit’in romanlarını, gerçek hayatı anlatması, sokağın dilini kullanması ve bir cinayet soruşturmasına engel olmak için delillerin yok edilmeye ve tanıkların ortadan kaldırılmaya çalışılması gibi özelliklerinden dolayı kara roman tarzında, zincirleme olaylar ve beklenmedik bir sonla bitmesi, gerilimin, şüphenin, heyecanın, korkunun, çok yüksek olması ve karmaşık bir kişinin psikolojik bir çözümlemesini ya da davranışsal bir incelemesini sunması gibi özelliklerinden dolayı da thriller (heyecan-korku) ve suspence (şüphe-gerilim) roman tarzında yazılmış eserler olarak   değerlendirebiliriz. (Gezer:2006,130)

     Ümit, Türkiye gündemini izleyerek, “Toplumcu gerçekçilik” anlayışına göre kaleme aldığı romanlarını, polisiye tür olarak, kara roman, thriller ve suspence roman türlerinde kurgular. Polisiye romanı üslûbuna uygun olduğu için tercih ettiğini belirten Ümit’in amacı topluma ışık tutmak, “edebiyatın estetik haz verme, eğlendirme, hoşça vakit geçirme, meraklandırma, arındırma vb. işlevlerini bozmadan edebiyatın ahlâki yönünü belirleyen etmenlerden olan yanlış görülene, sahtekârlığa, şarlatanlığa karsı kalemiyle mücadele etmektir.”

     Polisiye romanın, insanı anlatmada yazara büyük olanaklar verdiğini, bu nedenle polisiye roman yazdığını belirten A. Ümit, amacının insanı anlatmak olduğunu açıklar ve romanlarında kahramanların psikolojilerini de vermeye özen gösterir. Ümit, özellikle kahraman anlatıcı konumundaki karakterin psikolojisini, olaylar karsısındaki tutumunu ayrıntılı olarak anlatır. Bu kahraman anlatıcı bazen dedektif, bazen de katil olabilir. Özellikle sorgulama sırasında hem katilin, hem de dedektifin psikolojisi yansıtılır.

       Ümit, çok zincirli, karmaşık bir olay örgüsü içerisinde, ayrıntılara önem vererek kaleme aldığı polisiye romanlarını, farklı nedenlerle işlenmiş bir veya birden fazla cinayet ve bu cinayetleri isleyen katiller etrafında kurgular. Ümit romanlarında suçlu yahut zanlının psikolojisini ve karakteristik özelliklerini ayrıntılı bir biçimde ortaya koyarken dedektifin psikolojisine de yer verir. Romanlarının büyük bir bölümünü çok zincirli olay örgüsü içerisinde kurgulayan, bazı romanlarında da iç içe geçmiş vak’a halkalarını kullanan Ümit, olay örgüsü içerisindeki etnik yapının kurgulanışına da önem verir.

      Suçun tespitini genellikle romanların basında sunan Ümit, suçlunun yakalanması esrarın çözülmesi için de bir kahramana dedektif görevini yükler. Soruşturmayı yürüten bu dedektif, sorgulama yaparak ve araştırarak deliller toplar ve romanın sonunda topladığı delilleri birleştirerek çözüme ulaşır. Bu çözüm buluş yoluyla olabileceği gibi bazen de bir tesadüf veya itiraf sonucu gerçekleşir. Ümit’in romanlarında genellikle beklenmedik kahramanlar suçlu olarak karşımıza çıkar.

      Sonuç olarak Ahmet Ümit, güncel olaylardan esinlenerek, Türkiye’nin yaşadığı sosyal ve siyasî süreç üzerine kurguladığı romanlarında, polisiye roman kurgusunu başarıyla uygulamış, gerilim yüklü, karmaşık ve sürükleyici romanlarıyla başarıyı yakalamış, popülaritesi de her geçen gün oldukça artan bir yazarımızdır.


VI.

KAYNAKÇA;

Tezler;

BALCI, Ayşe Altıntaş. “Türklerin Sherlock Holmes’ü Amanvermez Avni “(Yüksek Lisans Tezi). Bilkent Üniversitesi. Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü.Ankara.2005.

BAYRAKTAR, Esin. “1884-1918 Yılları Arasında Türk Edebiyatında Polisiye
Roman “(Yüksek Lisans Tezi). Gazi Üniversitesi. Sosyal Bilimler Enstitüsü. Ankara. 1998.

GEZER, Habibe. “ Türk Edebiyatında Polisiye roman ve Ahmet Ümit’in Polisiye Roman Kurguları” (Yüksek Lisans Tezi). S. Demirel Üniversitesi. Sosyal Bilimler Enstitüsü. Isparta.2006.

UĞUR, VELİ.”1980 Sonrası Türk Edebiyatında Popüler Roman”.(Doktora Tezi). İstanbul Üniversitesi. Sosyal Bilimler Enstitüsü. İstanbul.2009

Kitaplar;

KAKINÇ, T. Dursun, 100 Filmde Başlangıcından Günümüze Gerilim/Polisiye
Filmleri, Bilgi Yayınevi, İstanbul.1995.

MORAN, Berna, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 3, İletişim Yayınları, İstanbul
2001.

ÜMİT, Ahmet, “Sis ve Gece”. Doğan Kitap, 13. Baskı, İstanbul 2005.
————, “Kar Kokusu”, Doğan Kitap, 9. Baskı, İstanbul 2005.
————, “Patasana”. Doğan Kitap, 16. Baskı, İstanbul 2005.
————, “Kukla”, Doğan Kitap, 12. Baskı, İstanbul 2005.
————, “Beyoğlu Rapsodisi”, Doğan Kitap, 15. Baskı, İstanbul 2005.
————, “Kavim”, Doğan Kitap, 1. Baskı, İstanbul 2006.
————, “İstanbul Hatırası” Everest yay. 1. Baskı, İstanbul.2010
————, “Sultanı Öldürmek” ” Everest yay. 1. Baskı, İstanbul.2012
————, “Bab-ı Esrar” ” Everest yay. 1. Baskı, İstanbul.2008
————, “Beyoğlu’nun En Güzel Abisi” ” Everest yay. 1. Baskı, İstanbul.2013

ÜYEPAZARCI, Erol, “Korkmayınız Mr. Sherlock Holmes (Türkiye’de yayınlanmış çeviri ve telif polisiye romanlar üzerine bir inceleme 1881- 1928),” Göçebe Yayınları, İstanbul 1997.

Makaleler;

ATILGAN, Şebnem, “Başrolde Bir Genç Kız Var”, Radikal Kitap, nr. 277, Temmuz
2006, s. 8

ŞİMSEK, Tacettin, “Romandaki Hafiye ya da Polisiye Roman”, Hece, Türk Romanı
Özel Sayısı, nr. 65/66/67, Mayıs/Haziran/Temmuz 2002, s. 510-514.

TÜRKEŞ, A. Ömer, “Sherlock Holmes’un Rakibi Avni”, Radikal Kitap, nr. 255, Şubat 2006,
s.12-13

TÜRKEŞ, A. Ömer, “Aman vermez Yine iş Basında ”, Radikal Kitap, nr. 255, Mayıs 2006, s. 4.
TÜRKEŞ, A. Ömer, “İyi Başladı”, Radikal Kitap, nr. 257, Şubat 2006, s. 18.

TÜRKEŞ, A. Ömer “Yabancı Polisiyeler”, Radikal Kitap, nr. 259, Mart 2006, s. 6.

ÜMİT, Ahmet , “Kızıl Nehirler Nereye Dökülür”, Radikal Kitap, 11 Mayıs 2001, s.7.
————, “Gizemleri Aydınlatan Suç”, (Röportaj: Sayım Çınar), Radikal Kitap, 20
Eylül 2002, s. 7.
————, “İyi Roman Her Şeydir”, (Röportaj: Deniz Durukan), Cumhuriyet Kitap,
nr. 663, Ekim 2002, s. 12.
————, “Devrimci Polisiye”, Radikal Kitap, 22 Kasım 2002, s. 6.
————, “Ask Köpekleşmektir Abiler”, Radikal Kitap, 29 Nisan 2005, s.36.
————, “Yazar Suça Tanrı Gibi Bakmalıdır”, (Röportaj: Derviş Şentekin), Radikal
Kitap, nr. 261, Mart 2006, s. 25.
————, “Ceza Eğitmez, Evcilleştirir”, Radikal Kitap, nr. 264, Nisan 2006, s. 26.
————, “Tanrı Yazar mı, Yazar Tanrı mı?”, Radikal Kitap, nr. 267, Nisan 2006, s.
22.

Kemal Hatemcan KUM - Hacettepe Üniversitesi
2013